Global değerlendirdiğimizde makro, ülkemizdeki detayları daha çok takip etme fırsatı bulduğumuzdan ötürü mikro ölçekli ekonominin kılcal damarlarında olan sektörler dahi artık isyanda… Bizler de mutasyon geçiriyoruz, bilmem farkında mısınız?
Şöyle bir düşünelim; biz kimiz, ne idik, ne yaptık, bugün neredeyiz ve tüm geçmişimizde gerek mektepli, gerek alaylısı olarak aklımıza devşirdiklerimizden ne öğrendiysek, bugün hangisini kullanıyor ve doğru yapıyoruz? Mümkün ise lütfen eski bilgileriniz ve öğrendikleriniz ile hesap kitap yapmayınız, karar vermeyiniz ve icra etmeyiniz. Naçizane tavsiyem.
Değerli okuyucular, geçmişten bu yana gerek bireysel ya da kurumsal tecrübeleriniz ile, gerek akademik alt yapınız, geçmiş mevcut finansal durumunuz, yeni stratejik planlarınız, hedefleriniz, ne yapmak istediğinizi bütçelemek, programlamak dahil tüm bildiklerinizi, hedeflerinizi askıya alın. Daha net bir deyişle UNUTUN!
Öncelikle borcu ve psikolojisi sağlıklı olanımız var mı? %1 – %2’ler… Umarım hala vardır.
Mevcut bilgileri kullanarak yeni bilgiler ortaya çıkarma çabasına ne denir?
– Sorumuzun cevabı “tez” dir.
Bu günü yaşıyoruz ve bugün her şeyi yeniden yaşıyor ve öğrenmeye başlıyoruz. RESET’lendik. Yeni dünya düzenini her açıdan değerlendirebiliriz. Bugün biraz matematiksel ve ekonomik verilerden bahsedelim. USD, Euro, Borsa, Faizler, Altın, Petrol fiyatları diye bir zincir oluştu. Neredeyse her ürüne USD, Euro bazında zam. Çok yakın geçmişte Libya, Mısır, Yunanistan ve bu günlerde ABD, S-400, Çin, Rusya, Ukrayna.
Yıllardır yapamadıklarımızı bir gözden geçirelim. Piyasalar daha çok arzda ne olur ? Peki ya, Talep cephesinde artış görünürse ne olur? Her biri koşulsuz ayrı ayrı ağır birer sekteye uğradı yani her ikisi de ayrı bir telden çaldı, çalıyor. İlk yoklamayı ARZ, sonrasında TALEP oluşturarak ekonomiler sınandı… Euro bölgesi -1% faizleri gördü. Brent Petrol’ün varili 0.00 USD’yi gördü hatta eksiye düştü. Ne oldu da finansal piyasalar hem ARZ ederken hem TALEP ederken iki koşulda da krizi birden yaşadı ve çöktü?
Yakınlarda tüm TR’yi kapsayan bir iş gezisine çıktım. Ticaret konuşamadık. Ne olduğunun fotoğrafını gördük, mevcut durumumuzu kimse analiz edemiyor, peki ya gelecek? İşte neredeyse ziyaret ettiğim her yerde tam da bu konular peş peşe konuşuldu. Sayın Yılmaz ne yapacağız?
Herkesin gözü üstümde, ağzımdan çıkacak kelimeleri beklerler. İlk birkaç ziyaretimde bendeki hal ve durum şaşkın bir surat ile; ben ne bileyim kardeşim, deme diye bir lüksümüz yok. Konuştuk ama panik havası oluşmaması için yüzeysel iyi niyet ve beklentilerimizi anlattık ancak gün bugündür ki; bugünkü yazdıklarımı bülten olarak dağıtıma karar verdim.
Aslında hikayemize 2008 küresel ekonomik krizinden başlayarak odaklanalım. ABD’nin en büyük yatırım bankalarından Lehman Brothers’ın iflasıyla başlayan, yüzlerce bankanın iflas ettiği ve milyonlarca insanın işsiz kaldığı sürecin perde arkası, başta ABD olmak üzere Çin, Rusya ve Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünya ekonomilerindeki sonuçları ve değişen, değişecek olan güç dengelerinin start-up’ı idi…
2008 krizinden sonra genelde 8 ile 10 yılda bir koca koca firmaların tabelaların renkleri, logoları ve üstündeki yazılar değişir. Tam 10 sene sonra 2018’de ne oldu?
Biz, 2018 yılında USA’da başlayan bankaların iflası ile teğet geçti diyerek krizin başlangıcını, o zaman için problemi yalnızca öteledik. Evet, o zaman zaten yapılması gereken bu idi. Nedeni YOK, bilmiyoruz. Ne biz ne de dünya devleri hiç kimse yeni dünya düzeni başlamış ama ne yapacağımızı bilmiyorduk. 2018 yılında ötelenen kriz baş gösterdi ve 2019’daki sözde ismini bizim coğrafyamızda resesyon diye tabir ettik. Allah aşkına ne resesyonu! Endüstriyel, sanayi kuruluşları, çok uluslu şirketler, hatta kobilerin artık dayanacak güçleri ne kadar kalmıştı ki? Değerli okuyucu ilk soru size. Önce bu yazıyı okuyan tüketiciden en büyük grup şirketleri, çok uluslu şirketlerin sahiplerine kadar kendimize bir soralım? Ne kadar dayanacak güç kalmıştı? Güç zaten yok idi ki; nasıl dayansın. Kârlılıklar tek rakama düşmüş, bundan sonra ne yapacağız, aman öz kaynaklarımızı kaybetmeyelim, mevcudu koruyalım vs, kârsızlığa rağmen arz talep dengesizliğinden ötürü elimizdeki gerek asetleri gerekse de sürdürebilirlik için mevcut müşterilerimize sıkı sıkı tutunmaya devam derken, artık piyasalara karşılıksız likit aktarma zorunluluğunu yaşadık.
Süreç sözde 2019’da Korona ile patlak verdi ve tüm algı korona ekonomisine dayandı. 2020 oldu ve bitti… O günden bu günlere 2021 Nisan ayındayız. Şimdiden 2022 konuşulmaya başlandı. Peki ya 2023’te neler olacak maalesef onuda bilmiyoruz?
Ekonomistler hemen açıklama üstüne açıklamalarda bulundular; 2019 yıl sonunda küresel ekonominin 2020’nin ilk yarısına kadar bir toparlanma bekliyoruz açıklaması nihayet yapıldı. 2020 Ağustos ayı itibari ile 2021 yılı telaffuz edilmeye başlandı. Evet 2021 Nisan ayındayız. Şimdi şükür ki aynı ekonomistler değil yeni jenerasyon ekonomistlerden ayağı yere basan açıklamaları şöyleki, yerini daha gerçekçi açıklamalar almaya başladı. Gelecek yıl şayet salgın değişik boyutlara uğramaz şartıyla 2022 yılı, ekonomide toparlanma ve telafi yılı olacak diye görülüyor. Şimdi daha çok güven veriyor sanki açıklamalar. Elbette bu açıklamanın karşılığında da bir bedel var. Bedel var ancak karşılığı yok. Zaman.
COVID-19 salgını modern dünyada daha önce eşi benzeri görülmemiş şiddette ve büyüklükte bir krize nasıl yol açtı?
Ülke ekonomileri salgın sürecinde arz, talep ve finans boyutlarıyla kendilerini önemli bir krizin içinde buldu. Yetkililer Korona virüsü aşısının dünya çapındaki dağılımında şok edici bir dengesizlik olduğunu ve birçok ülkede risk altındaki insanlara yetecek kadar bile aşı yok” dedi. “Yüksek gelire sahip ülkelerde ortalama her dört kişiden birine Covid-19 aşısı düşüyor. Düşük gelirli ülkelerde ise her 500 kişiden sadece biri korona virüsü aşısına erişebiliyor.
Korona virüs kriziyle mücadele kapsamında büyük-küçük demeden ülkeler mali destek paketleri açıklarken merkez bankaları da bol sıfırlı yeni likidite imkanları sunarak ekonomiyi ayakta tutmaya çalıştı, zaten yapılması gereken; tek bilinen formül gibi başka bir çaresi yok idi.
2. Dünya savaşından sonra 3. Dünya savaşı bilançosu gibi bir tablo değil mi? Savaş olması gerekmiyormuş. Büyük ekonomilerin sahibi ülkeler. Savunma bütçelerinize ayırdığınız yüzlerce milyar dolarları bu sefer insanlık için paylaşın. Bakınız 3. Dünya Savaşı içindeyiz zaten. Ancak unutmamalıyız, dünyada hiçbir savaşın tek kazananı olmamıştır.
Ülkeler ve ekonomilerini bol sıfırlar ile 8 trilyon USD ile yatıştırmaya uğraşırken halkın sağlığını korumaya, diğer taraftan ekonominin sürdürülebilir olması için mümkün olduğunca uğraş verdi. Doğru olan yani doğruyu kimsenin bilemediği gibi deneme yanılma ile kasalardan tüm bütçeler insanlık için akıtılmaya başlandı. Artık bu durum insanlığın verdiği sınav olduğu için karşılıksız paraların piyasaya dağıtımı yapıldı. Salgın güçlense ya da zayıflamaya başlasa bile bugünden itibaren hastalığın normal seyirde yayılma hızı ile 1 ya da 2 yıl süreceği aşikar olduğunu düşünmekteyim.
Bunun için 2021 yılı sonundaki virüsün ulaştığı boyut ve sonrası için acilen aşı yada diğer antiviral-viral ilaçların bulunması gerekecektir. 2021 yılı sonu içinde bulunamazsa belki de 3. yıl ve sonrasında hayatımızda yer almaya devam edecek bir COVID ile çocuklarımız büyümeye, yakınlarımızı kaybetmeye vb. devam edeceğiz.
Toparlanma istediğimiz ölçüde olmaz ve eski alışılagelmiş yeni ekonomi düzenine ayak uydurana kadar şirket sahipleri, üst düzey yöneticileri, yatırımcıları nasıl düşünüyorlar?
– Risk algısı ile kaygı ile şayet hala bir şirketin var ise stratejik iş planlarındaki zikzaklar ile şirketler ne yapacaklar? Belirsizlikler, sürdürebilirliğin olmadığı bir ortam…
– Peki bazı şirketler kurtardılar ve hala devam edebiliyorlar ise bitmedi… Dönüşüm içinde olduğumuz 2019’dan 2022’ye, hatta 2023’e kadarki sürede yukarıda belirtilen unsurları da göz önüne alırsak tüketicilerin satın alma davranışlarındaki değişim, yine hiç kimsenin bilemediği yeni bir yol başlatacak. Bunları bize ancak virüs ekonomisi bittikten 3 ila 5 yıl sonrasında belirli gözlemler ve sonuçlara ulaşıldıktan sonra gibi okullarda anlatılmaya başlanacak bir hikaye haline gelecek.
Peki bu süreçte Devlet büyüklerimize ne düşüyor?
Krizi en az sermaye bütçesi ile atlatma; ancak gelişmiş, büyük ülkelerin ekonomisinde söz konusu olacaktır. Peki ya sosyal travma?
Sağlık sistemini ayakta tutmak – şirketleri ayakta tutmak – işsizliği önlemek – yaşanmış etkilerin analiz edilmesi – raporlanması -inşası için bütçelemesi- stratejik politikaları hayata geçirmek gibi bir sürü madde sayabiliriz. Ancak bunları hayata geçirmek! Küçük ya da büyük ekonomilerden hangisi bu süreci hızlı atlatırsa; yeni dünya düzeninde küresel ekonominin üst sıralamasında yerini bulacaktır.
Ülkemize küresel ekonominin verdiği yavaşlamadan dolayı korona virüs salgınının ekonomik büyümeyi aşağıya çekmesi ve işsizliği artırması kaçınılmaz olursa peki ne yapmalı?
Bildiğiniz gibi özellikle hizmet sektöründe faaliyet gösteren birçok şirketin uzunca bir süre kapalı kalması büyümeyi alt üst etmektedir ve COVID süresince devam edecektir.
Peki ya üretim; bildiğiniz üzere Türkiye sanayi kapasitesinin kullanım alanı şayet aşağı yönde ilerlerse; maliyetler artacak, ihracat kapasitelerimizi düşürecektir. Üretim kapasitesi düşer, ihracat azalırsa ‘’eski’’ bildiğimiz yöntem ile kur avantajını kullanmak gerekecektir, o da yine ‘’eski’’ bildiğimiz yüksek enflasyon demektir.
Peki ihracatını gerçekleştirdiğimiz ürünlerin katma değerli ham maddelerinin Avrupa’dan ithal edildiğini biliyoruz. Özellikle Avrupa gibi daralan ekonomilerde üretim durma noktasına gelir yada 100 birimlik ürün 150 birime ulaşır ise maliyetler ile ne yapmalı?
Pekâlâ pozitif tablo ile ilerleyelim; kapasite kullanım uygun seyirde, ihracat devam ediyor diyelim. Bizim ihracatımızın büyük kısmı Avrupa’ya. Koronavirüs Almanya – Fransa – İngiltere- tüm EU’da %15’in üstünde müthiş bir daralma olduğuna göre nerelere ihraç edeceğiz?
Önce düşen petrol fiyatlarının sebep olduğu sonra pik yapan petrol fiyatları ancak 3 katı pik fiyatları ile kotasyonlara değer, ekonomik sıkıntılar, Rusya ve Orta Doğu piyasalarının da daraldığını unutmamalı. Petrol fiyatlarındaki şu günlerdeki sert gerileme ise yılda ortalama 37,5 milyar dolar. Enerji cari açığı olan ülkemiz açısından cari işlemler hesabında önemli bir denge unsurudur. İhracatı konuştuk peki cari dengeyi olumsuz etkileyebilecek bir başka sektör, turizmdir. 2021-2022 Covid krizi turizm sektörünün belirleyicisi olacaktır. Bu durum Türkiye turizmine ciddi bir dezavantaj yaşatır. Artık ekonomik parametrelerdeki düşen göstergeler ekonomik bütçemizle birlikte şirketlerin ithalatta ciddi bir gerileme yaşatacaktır.
Konaklama ve Yiyecek Sektörü %54 ile başta olmak üzere İnşaat %48 Havayolu Taşımacılığı %47.3 Turizm %45 ila en düşük %12,6 ile Eğitim Hizmetleri daralma yaşayan sektörlerdir.
İşte Covid ’in batılı ülkelere ait ekonomisindeki faturası.
USA %31,7
INGILTERE %20,4
ALMANYA %10,1
AB ortalaması %15
OECD ülke ortalaması %9,8
G7 ülkeleri ortalaması %11,9
Yeni Dünya sisteminde Türkiye’mizin Yeri… SWOT analizini çıkartalım.
Öncelikle ülkemiz diğer çok uluslu şirketlere göre çok daha hızlı karar verebilme ve aksiyon alabilme yetisine sahip. Hani derler ya “Türk Gibi Başla, Alman disiplini ile sürdür, İngiliz gibi bitir, Amerikalılar gibi içselleştir ve tüket…”
Kısa bir çözüm yolu; Türk’üz ve virajlı yollarda gayet başarılıyızdır.
Avrupa’daki bu çok uluslu şirketler üretimlerini dış kaynak olarak nereye taşıdılar? Covid 19’un tam merkezine. CHINA. Bu şirketler artık risklerini dağıtmak için başka coğrafyalara taşımayı planlamaya başlayacaklar, Organize sanayi bölgelerimizde neredeyse yer yok. İstikamet TR.
Hedef Pazarlar, önce yaşlı Avrupa’nın beslenmesi ve paralelinde AFRİKA pazarı. Neden, satınalma gücü yok ancak kesilen faturalara karşılık yer altı ve üstü zenginlikleri paradan daha çok kıymetli. Sayın Dış işleri ve Sanayi Bakanı’ma ilgili iş modelini ve raporlamayı şu günlerde ulaştıracağım.
Ülkemiz birçok sektörde Avrupa’nın “Kaliteli Çin”i diye tabir edilir.
İmalat sanayimizdeki ürün kırılmalarımız, çeşitliliğimiz, tersine mühendislikteki başarılarımız beyin göçü vermiş olmamıza rağmen ancak hala nitelikli insan gücüne sahip, diğer yandan coğrafi ve lojistik avantajlarından dolayı Türkiye’miz.
Gelecek yıllarda ülkemize doğrudan yabancı yatırımcıyı çekmek isterken aslında kendileri de buna destek olup üretim kapasitesini yalnızca Çin’de değil artık ülkemizde güçlendirme fırsatını yakalayacaktır. Yumurtalar aynı kapta değil. İşte bir çıkış yolu ışığı var gibi görülüyor.
Bu seferki problem nedir? Nisan itibari ile Covid tanısı ülke popülasyonuna göre en yüksek REKOR maalesef ülkemizde. Türk gibi başladık, rekor bizde. Gelin biz bunu Alman disiplini ile gereklilikleri yerine getirerek düzeltelim. Rakamlar aşağıya indikçe başta İngilizler yıllardır bizleri izlerken birden gelip ilk yatırımları kendileri yapacaklar ve sonrası yeni dünya düzeninde Türkiye’miz. Bakınız bunu yalnızca ülke ekonomisinin düzelmesinden önce kendi çocuklarımız, ailemiz, milletimiz ve devletimiz için yapalım.
Aksi takdirde pik yapacak sektörler haricinde; tıbbi cihazlar, kimya endüstrisi, hijyen ürünleri, dışında gıda ve tarım hiç olmadığı kadar ön plana çıkacak ve 80’li yıllardaki geriye dönüş yolculuğumuz başlayacaktır.
Gelin bu sefer yapalım…